Translate

Bir türkü bir türk'ün hikayesi


 

Bir türkü'n hikayesi



Adına türküler yakılan o eski şehrin nedir ki suçu, “… ıssız kalasın…” diye bir ilenmeyle başlar. Bir şehir için dile getirilebilecek en büyük beddua ıssız kalmasını istemek olmaz mı? Belki bu yüzden terk edip gitti o şehri şenlendiren feraceli kadınlar, kırmızı fesli, kaytan bıyıklı kumral delikanlılar…
Bu türküyü söyleyenin ahı tuttu belki de , Saatli Selimpaşa Camii’nin cemaati dağıldı, bezirganlar Hamza Bey bedestenini boşalttı, Islahhane hamamının kurnalarından kaynar sular akmaz oldu, Alaca İmareti yıkılıp gitti, İkilüleli tekkesindeki zikir sesleri kesildi.
Bu türkünün ilenciyle asırlık çınarlar devrildi, suyu soğuk çeşmeler kurudu, cumbalı evlerin kafesli pencerelerindeki utangaç kızlar kayboldu. Baldıranlar sardı o güzel şehrin bahçelerini, bağlarını, bir asra yakındır ki yarsız kaldı, Türkçe’siz kaldı, Türk’süz kaldı…
Niye başka şehirler gibi övülmez türkülerde o şehir ?
Oysa alabildiğine göz alıcı, alabildiğine çekici, alabildiğine sevgiliydi bir zamanlar.
Varda Vadisinin ağzında Kolkidike ve Olimpos dağları arasına kurulu bu şehir, rengin her çeşidini barındıran bir çiçek tarhı gibi iken, çarşısında, pazarında, bedesteninde envai çeşit lisan dillenirken, körfezinde küfürbaz Rum kayıkçılar siya siya seyrederken, akşam saatleri esmer tenli dertsiz Çingene kadınları yollarda çiçek dağıtırken, Pomak’ı, Yahudi’si, Avdeti’si, Rum’u, Ermeni’si, Arnavud’u, Türk’ü, birlikte yaşamaktan gocunmaz iken, O şehir bizim iken, biz orada yaşar iken…
Mehmet adında bir genç, Balkanlarda köyünde yaşamaktayken çalışmak ve yeni bir hayat kurmak adına şehre gelir. Çarşıda kumaş satan, sevilen bir esnaf olan Rüstem Ağa’nın yanında işe girme fırsatını yakalar. Becerikli bir bir genç olan Mehmet, Rüstem Ağa’nın yanında işi çabucak öğrenir, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile kısa sürede bir erkek çocuğu olmayan ve hep erkek çocuk sahibi olmak isteyen Rüstem Ağa’nın güvenini kazanır. Gel zaman git zaman Mehmet, Rüstem Ağa’nın kızı olan Fitnat’ı görür ve gönlünü ona kaptırır. Bir süre uzaktan devam eden bu hislerin karşılıklı olduğunun ortaya çıkması üzerine Mehmet’in ailesi Selanik’e gelir ve Rüstem Ağa’dan Fitnat’ı isterler. Büyüklerin onayı ile birlikte, Mehmet ile Fitnat’ın evlenmesine karar verilir ve düğün hazırlıklarına başlanır. Bu sırada başlayan kolera salgını halkı kırıp geçmektedir. Düğüne kısa bir süre kalmışken Fitnat koleraya yakalanır ve yatağa düşer. Şifa bulması umuduyla Alaca İmaretine götürülen Fitnat, iyileşemez ve günden güne sararıp solar. Durumu giderek kötüleşen Fitnat, yakında öleceğini hissederek, içindeki duyguları türküye döker…
“Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu kaynatın kazan doluncaya…
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver.”
Ve solgun dudaklarında yarım kalıverdi türküsü…
Böyle olur hep. Dünyanın kanunudur bu. Ölümle doğum, mutlulukla keder hep at başı gider… Hiç kimse yoktur ki yazgı onun beklentilerini hep gerçekleştirsin, hep yeşil kalsın ümitleri, ayrılık acısıyla ölümün yıkıcılığını tatmasın… Hiç kimse yoktur.
Fitnat’ın da yaşama tutunduğu soluk kesiliverdi bir kara gecede. Sabah seherinde çığlıklarla kaldırdılar cesedini, tazecik vücudunu yıkayıp namazını kılmak üzere Hortacı Camii’ne taşıdılar. Kara bulutlarla kaplı Selanik göklerini Hortacı Camii’nden yükselen sala sesleri çınlattı. Türküde dile getirdiği gibi boyunca mezar kazdılar, suyunu ısıttılar kaderi kadar kararmış, nice sevgililerin eşlerini son kez yıkamış kazanlar içinde. Davullu zurnalı gelin edilecekken tazecik vücudunu kara toprağa hazırladılar.
Birkaç güne kadar evlenip kuracağı yuvasını ve sevgili Fitnat’ına kavuşacağı günleri düşleyen Mazganlılı Mehmet, nasıl olup da her şeyin birdenbire felakete dönüştüğünü anlayamamanın şokundaydı. Hortacı Camii’nin bir köşesine çöküp Fitnat’ını bırakacağı kara toprağı ıslattı gözyaşlarıyla ve ilendi Selanik’e,
“Selânik içinde selâ okunur,
Selânın sedası cana dokunur.
Gelin olan kıza kına yakılır.
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver.
Selanik Selanik… Issız kalasın.
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver.”
Issız kaldı Selanik çok geçmeden…
İnsanlar kimliklerini de yanlarına alıp ayrıldılar bu şehirden.
Her biri Fitnat kadar güzel olan ak yüzlü güleç kızlar, kumral delikanlılar, beli kuşaklı kocamışlar, feraceli hanımlar yollara düştü. Dağılıp parça parça oldular. Savruldular dünyanın dört bir yanına. Yüreklerini ölümden beter bir vatan hasreti yakıp kavurur halde terk ettiler diyarlarını. Çeşmeler akmaz oldu, minareler şakımaz oldu, çınarlar devrildi köşe başlarında. Şen yuvaların bahçelerini baldıranlar, dikenler sardı. Mazganlılı Mehmet de, Rumeli’nin incisi Selanik de yarsız kaldı, Türkçe’siz kaldı, Türk’süz kaldı.
O şehirde artık ne Rüstem Ağa’nın dükkanını, ne Hortacı Camii’ni, ne Mazganlılı Mehmet ile Fitnat’ı, ne de onların garip sevdasını bilen kimsecikler kalmadı.
Selanik yöresine ait oldukça hüzünlü ve bir o kadar da anlamlı olan Çalın Davulları (Selanik Türküsü) , Mustafa Kemal Atatürk’ün de en sevdiği türkülerden birisidir bu. Zara’dan Orhan Hakalmaz’a, Sevcan Orhan’dan Sezen Aksu’ya ve hatta Suzan Kardeş’e kadar birçok sanatçının da seslendirdiği bu türkü birçok film ve dizide de çalınarak günümüze kadar aktarılmıştır.

Hiç yorum yok: